5 Ekim 2014 Pazar

The Cotswolds


Yeni bir yazı ile sonunda sahalara dönüyorum.
Bu turda İngiltere kırsalındayız.

2014 yaz tatilimi, vizemin son demlerine girerken, İngiltere'nin ilk adımda tercih edilen ana yolları yerine tali yollarına gizlenmiş hazinelerine ayırmak istedim. Önceki seyahatlerimde yeterince ilham kaynağı bulmuştum, kartpostaldan fırlama Cotswolds davet ediyordu  ancak temkinli olmak lazımdı. Malum bir tarafta kırsala kaçıp, metropol betonunda biriktirdiğim elektriği topraklama ihtiyacım, diğer tarafta aniden alınırsa aşırı doz etkisi yapabilecek "yavaş şehir sendromu" dengemi bozabilirdi. Çözümü yine Londra'da sabitlenmek ve gündüzlerimi istediğim kasaba ve doğa turlarıma ayırmakta buldum.

Sizin de yolunuz İngiltere'ye düşerse ve aklınızda büyük şehirlerin bilindik rotalarının dışına çıkmak var ise, belki benim gibi İngiltere'nin en güzel kırsalı olarak tanımlanan, şiirlere konu The Cotswolds'u ziyaret etmeyi düşünürsünüz.


Doğaya, temiz havaya ve manzaraya doyacaksınız, tavsiyem garantilidir.


Konum ve Ulaşım


Bölgenin ismi aslında resmi kayıtlarda "Cotswolds" olarak geçmiyor. Benzer coğrafi ve sosyo-ekonomik özelliklere sahip birkaç kasabanın ortak üst adı diyebiliriz. Sınırları altı vilayeti kapsıyor. Bölgenin nüfus çoğunluğunu barındıran ana parçaları, Gloucestershire bölgesinde kalıyor. Bunun ötesinde bölge toprakları Oxfordshire, Wiltshire, Somerset, Worcestershire ve Warwickshire'a kadar uzanıyor.
Cotswolds bölgesi, kuzeyde Stratford Upon Avon, doğuda Oxford ve ötesinde Batı Londra, güneyde yine ayrı bir yazı konusu olacak  olan ufak hazine Bath ve batıda Gloucester şehirleri tarafından çevrelenmiş durumda.



Paddington'dan tren ile Cirencester yakınlarındaki Kemble İstasyonuna, Stow on The Wold yakınlarındaki Kingham İstasyonu'na, Charlbury ve Moreton in Marsh İstasyonlarına ve Bath'a gidebilirsiniz.

Londra'da kalıyorsanız Paddington İstasyonu'ndan kalkan tren seferlerini kullanabilirsiniz. Ancak tren yolculuğu beklenenin aksine ekonomik bir yöntem değil, özellikle farklı duraklara uğramayı planlıyorsanız. Yerel Londra turlarını deneyebilirsiniz. Otobüs ile gidilen bu turlar hem daha hesaplı oluyor hem de treni tercih etmiş olsaydınız uğrak noktanız olmayacak ufak kasabaları görme şansını yakalıyorsunuz.

Ben ilk günümü böyle bir tur programına ayırdım. Katıldığım tur ile sırasıyla Burford, Bibury, Bourton on The Water ve Stow on the Wold kasabalarını ziyaret ettim.





Kasabalar ilginç isimlerinin hakkını fazlasıyla veriyorlar.

Buyrun detaylandıralım;


Burford


İlk durağımız olan Burford, son şehir Oxford'dan çıktığınızda ana otobanın sizi getireceği ilk kasaba.
Kasabaya girişinizi sonu Windrush Nehri'nde bitecek olan bir rampadan aşağı inerek yapıyorsunuz. Bu ineceğiniz cadde zaten tek caddesi, The Cadde, High Street isminde. Üstünde sağlı sollu kafeleri, restoranları ve küçük butik dükkanları var.

Aşağıdaki fotoğraf kasabanın en büyük barı mesela, yine High Street üzerinde.

Kendisi tipik bir Cotswolds evi örneğidir.




The Cotswold Arms

Nedir bu Cotswold tarzı biraz açalım.

Bu taş evlerin özelliği bölgede bolca bulunan kireçtaşından yapılmış olmasıymış. Cotswolds'u büyük kireçtaşı tepeleri çevreliyormuş. Kasabalar da bir nevi bu kayaların için oyulmuş gibi aslında.



Cotswolds Kireçtaşı
Çıkartıldığı bölgeye göre rengi değişiyor.
Kuzeyde bal rengi ve daha koyu iken güneyde altın rengi ve daha açık.
Sonuç; küçücük altın legolardan yapılmış minyatür evler

Kendileri de bu simetrik tuğlalarını "chocolate boxes" olarak tanımlıyorlar.



Burford, Londra-Oxford yolunun Cotswolds’a ilk çıkış noktası olarak şehirli için kırsala kaçışın ilk durağı. Buradaki köy hayatı, günümüzde üretici köylünün yanı sıra daha çok zengin şehirlilerin ikinci evlerinde yaşadıkları ufak butik çiftlik hayatları olarak karşımıza çıkıyor. Aslında tarihinde de Burford hiçbir zaman büyük şehir tüccarları tarafından sömürülen bir hayat tarzına sahip olmamış. Üretici köylü, şehirliden daha zengin ve imtiyazlı olmuş. Daha 1090’larda William Rufus krallığında imtiyazlı bölge ilan edilmiş. Her mülkün krala ait olduğu dönemde bile Burford’luların kendi pazarları, mülk alım satım ve kiralama hakları varmış. Genel geçer feodal düzenin dışında kalarak büyük bir tüccarlar derneği tarafından yönetilmiş. Ana geçim kaynağı tarım ve tabi ki değerli kürkü ile hayvancılık. Zaten Cotswolds ismi de” Cote: koyun” ağılı” ve “Wold: Yayla” kökünden türeme bir isim tamlamasıymış. Günümüzde de durum pek farklı değil.

Burford’da Sheep Street’teki Lamb Inn Hotel’de kalmak sürpriz olmuyor. 





Madhatter Bookstore :)
Yine High Street'te
Kitaplar bahane, şapkalar şahane. 



Moda önemli



The Bull restoran öğle yemeği için güzel bir seçenek



Ahşap işçiliği ilginizi çekiyorsa Burford Woodcraft'a uğramanızı öneririm.



Dokumacılık

                              Bir Ortaçağ Avrupası bir geleneği. Binaların dışındaki farklı motiflerdeki demirlerin kötü ruhları uzak tuttuğuna inanılırmış. 

Son olarak methi bol bir şarküteri. Mrs Bumbles of Burford. Tadımlıklarını deneyebilirsiniz. Bizde bulunmayan böğürtlen türlerinden ev yapımı reçellerini ve aristokrat İngiliz arılarının emeği Cotswolds balını tavsiye ederim.

Burford turumuz burada sonlanıyor ve güney batısında yer alan Bibury’ye doğru yola çıkıyoruz. 

BIBURY

Bibury, otobüs turumun ikinci durağıydı. Eğer turla değil de trenle gitmeyi tercih ederseniz Kemble tren istasyonu en yakın istasyon. İstasyon’dan sadece 20 km mesafe uzaklıkta, taksi ile Bibury’ye gelmek uygun bir seçenek olacaktır.
İngiliz yazar William Morris Bibury için “İngiltere’nin en güzel köyü” demiş. Bibury, bu sözün hakkını verdiğini kasabaya adım attığınız andan itibaren size kanıtlıyor.
Kasaba Coln Nehri’nin yanına kurulmuş. Nehrin hemen yanında yerel Cotswold kireç taşından yapılma bir dizi köy evi olan meşhur Arlington Row sizi karşılıyor. 

Coln Nehri ve Arlington Row

Tarihte hakkında şöyle ilginç bir not da var; Bibury’yi ziyaret eden Henry Ford Arlington Row’dan o kadar etkilenir ki, tüm sıra evleri alıp söktürüp Michigan’daki müze parkına götürmek ister. Tabi, Henry Ford’un teklifini İngiliz nezaketine uygun bir şekilde reddederler. 

Arlington Row'un girişi




Arlington Row evleri 1380’de yapılmış. İlk döneminde manastıra bağlı yün depoları olarak kullanılmış. 1600’lerde ise yakınlardaki Arlington Değirmeni’nde çalışan işçiler için kıyafet yapan dokumacılara ev olmuşlar. Günümüzde Dünya Hazineleri listesinde ve bazı şanslı insanlar bizzat bu hazinede oturuyorlar. 

Meadow View gerçekten 10 numara


Evler meşhur Liliput Lane biblolarına da ilham kaynağı

Köyün orjinalliği Hollywood’un da dikkatini çekmiş. Stardust ve Bridget Jones’un Günlüğü filmlerine set olmuş. Misal; Stardust’taki Victoia’nın evi Arlington Row’daymış. 
Bence eğer bir filme set olacaksa o Hobbit’tir. Nasılsa doğal set, ölçek küçültmek yeterli.

Coln Nehri alabalık zengini ve köyde 1900’lerin başından beri bir alabalık çiftliği var.
Denemek isterseniz, öğle yemeği için Swan Hotel’i tercih edebilirsiniz.



Ve Bibury'den son kare...


BOURTON ON THE WATER

Bibury’den ayrılıp, kuzeydeki Bourton on The Water’a doğru yola çıkıyoruz. Kasabaya varınca, isminin mecazi olmadığını görüyorum. Kasaba ve ana cadde High Street, Windrush nehri tarafından ikiye bölünmüş. Ufak köprüler iki tarafı bağlıyor ve bu haliyle “Cotswolds’un Venedik’i” olarak anılıyormuş. 

Bourton'a giriş

River Windrush



Film dekoru gibi bir antikacı dükkanı


Öncü araştırmalarımda karşıma çıkan ve uğramamın farz olduğu bir durak vardı Bourton'da; Cotswolds Perfumery. Hemen köprüyü geçtikten sonra, Victoria Caddesi üzerinde karşınıza çıkıyor.




300 yıllık bir binada 1966’dan beri faaliyetteler. Kendi serileri var ve ayrıca kişiye özel butik parfümler üretiyorlar. Kraliçe bile kendisi için parfüm yaptırmış. Siz de onun gibi kendinize özel parfüm yaptırabilirsiniz ya da bizzat mutfağına girip kendiniz üretebilirsiniz. Bunun için iki ayrı seviyede workshop’ları var. Workshop fiyatları yüksek ancak parfümlerinin hesaplı olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca internet üzerinden parfüm ana maddeleri doğal yağları ve parfümeri araç gereçlerini de satıyorlar.
(http://www.cotswold-perfumery.co.uk) 


Her biri sanat eseri eski parfüm şişeleri

Hepsi zevkle test edildi, onaylandı

Kişisel parfüme gerek yok, benim adıma yapmışlar :)


Vaktimin çoğunu yine parfümlere ayırdığım için geriye kalan zamana ancak ufak bir kasaba turu sığdı. Hoşuma giden kareleren bazıları;

The Dial House, güzel bir otel ve restoran

Demiryolu Müzesi'ni gezmek bir alternatif

Oyuncak dükkanı ve sergisi

Motor Müzesi iyi ama müzeden fırlama gibi duran dondurmacıyı daha çok sevdim.


STOW ON THE WOLD

Turun son durağı Cotswolds’un en yüksek tepesi Stow on The Wold oldu. Deniz seviyesinden 250 m yüksekte bir tepe üzerine kurulu olan bu kasaba, vaktinde Cotswolds’un en büyük küçükbaş hayvan pazarıymış. Öyle ki yazar Daniel Defoe, seyahat notlarında burada günde 20.000 koyunun satıldığını yazmış. Dönemin yazarı olarak söyleyebilirim ki, şimdilerde bu meydan, at arabaları yerine devasa turist otobüsleri ve koyunlar yerine benim gibi turistler tarafından tıklım tıkış doldurulmuş durumda.

Meydan

Stow’un ana meydanı altı ayrı dar yolun kesişimi. Bu yollardan biri Romalılardan kalma tarihi Fosse Yolu’ymuş. Yollar şimdi antikacılar, sanat galerileri, restoran ve butik oteller ile dolu.



The Porch House, İngiltere’nin en eski restoranı/oteli olduğunı iddia ediyor

Ana meydana dönerken karşınıza St. Edwards Church çıkıyor. Biraz da popüler kültürden örneklendirelim: ünlü rock grubu The Who’nun basisti John Entwistle’ın cenaze töreni bu kilisede yapılmış efendim.



Stow'da karşılaştığım, en tuhaf “eseri” sona sakladım. Kendisi meydanın hemen solunda bir parkın ortasında duruyor. Bu ortaçağ kalıntısının adı nedir bilmiyorum ama işlevini anlatırsam hemen tanıyacaksınız. Cezalandırılacak mahkumların ellerini ve kafalarını tahtaların arasına sıkıştırıp meydanda sergileterek halka yuhalattıkları, domates patates fırlattırdıkları aşağılayıcı işkence aletiymiş bu. Bizzat döneminden kalmış, kullanılmış.


Lanetli ve hayaletli olabileceğinden çekinerek pek dokunmadım. Bu arada bu kasabada hayalet hikayeleri de pek meşhurmuş, geçmişin acılı ruhları ziyaret etmeyi pek bir severlermiş. Ben ise öğrenmemeyi tercih ederek, hikayelerin bir parçası olmadan Stow macerasını burada tamamladım ve Londra’ya doğru dönüş yoluna koyuldum.


Moreton In Marsh & Snowshill & Cotswold Lavanta Çiftliği

Seyahatimin bir diğer mutlak uğrak yeri olarak Snowshill’deki Cotswold Lavanta Çiftliği’ni belirlemiştim. Tur şirketlerinin rotasında olmayan Snowshill bölgesine gitmek için en iyi yöntem, Londra Paddington’dan Hereby istikametine giden sabah trenine atlayıp en yakın istasyon Moreton in Marsh’ta inmekti. 

Moreton, Cotswolds’un kuzey bölgesinde, Bourton’un üzerinde yer alan bir kasaba. Yaklaşık 1,5 saat süren yolculuğunuzda  Slough – Reading – Oxford – Hanborough ve Charlbury’yi geçerek Moreton in Marsh’a varıyorsunuz. Bu rahat yolculukta size düşen arkanıza yaslanıp, İngiltere kırsalı manzaralarının tadını çıkartmak. Windows duvar kağıtlarının nerelerden geldiğini artık biliyor olacaksınız.

Moreton da diğer kasabalara benzer. Yine bir High Street yani yine her şeyin üzerinde olduğu bir The Cadde. İlk işim Turist Bilgi Merkezi’ni tespit etmek oldu. Sadece google maps’e güvenemeyeceğim kadar ücra bir bölgedeydim dahası 3G de her zaman benimle değildi.

İlk turlarda karşıma çıkanlar;

                                       Mann Enstitüsü, politikacı John Mann’ın anısına

“Every noble life leaves the fibre of it interwowen for ever in the work of the world” John Mann

Moreton

Lavanta çiftliği öncesinde yakınlardaki, yani benim yakınlarda sandığım Batsford Arboretumu ve Şahin Gözem Evi (Falconary)’e gittim. Harita ile ölçek konusunda anlaşamamışız, sadece gidişim 1,5 saat hızlı adım bir yürüyüşe dönüştü. Yolu anlatmam gerekirse hiçliğin ortası diyebilirim. Ancak hiç şikayet etmedim, tertemiz havada bu beklenmedik spor ve gerçek sessizliği dinlemek ayrı bir tecrübe oldu.




Batsford Arboretum’a varınca hemen girişteki Falconary’ye girip soluklandım. Şanslıydım bir okul gezisi ve eğitim gösterisi vardı, beni de davet ettiler.

Falconary Girişi


Kartal Gina

Çarşı burada da karşı

Arboretum’dan bir görüntü, güzel lavantalar.



Arboretum’dan ayrılarak yine 1,5 saatlik bir yürüyüşle Moreton’a geri döndüm.
Son durağım ve gezimin tepe noktası Cotswold Lavanta Çiftliği’ne gitmek için Moreton’dan gidiş dönüş taksi kiraladım. Yine tarlaların ve çiftliklerin aralarından geçerek Snowshill’e vardık. 
Lavanta çiftliği, ufka kadar uzanan tarlalar, distilasyon üniteleri ve ürettiklerini sattıkları bir dükkandan oluşuyor. Giriş iki euro gibi çok cüzi bir ücret. Bundan sonrası için ne diyebilirim ki, fotoğraflar anlatsın…

Distilasyonun en keyifli hali, şanslı kimyagerler

                                     Fotoshop yoktur, bindirilmiş kıta lavantalar değil bunlar

                              Her biri farklı bir tür lavanta, en koyu renkli olanı İngiliz lavantası

       İngiliz lavantası en kuvvetli aroması olan tür. Çok derin ve güzel bir kokusu var. Hayran kaldım.

                                                      Kayıp cennet bulundu :)

Bu da albino lavanta olmalı


Doğaya saygı budur, doğa da size karşılığında müthiş lavanta balını verir. Ne yazık ki hasat döneminden sonra toplanıyormuş. Ben yakalayamadım.

Tarlanın yarısı da doğanın doğaçlama çiçekleri için bırakılmış.

Tarlalarında geçirdiğim üç cennetten çıkma saatten sonra dünyaya inme vakti geldi. Öncesinde mağazasına ve cafe’sine uğradım. Burada lavantayı koklayabilir, sürebilir, sıkabilir ve hatta yiyip içebilirsiniz. Lavanta yağı, sabun, şampuan, krem, oda kokusu, uyku spreyi tahmin edilebilir ürünlerden ama bunların yanında lavanta çayı içebilir, lavantalı çikolata ve kurabiye yiyebilirsiniz. Ben ise size lavantalı dondurmayı öneririm. Sütü civardaki çiftliklerden gelen taze süt, lavantası ise yeni toplanmış. Afiyet olsun!



Benim Cotswolds turum burada son buluyor, sizinkine ilham vermiş olmam dileğiyle diyerek güncemi tamamlıyorum.
Yine, yeni bir rotada görüşmek üzere…

                                                                                                             Müge